Hiç hikaye, roman CD si (kaseti) dinlediniz mi?
Evet dinledimm
Hayır hiç dinlemedim.
Küçükken dinlemişim ama hatırlamıyorum.
 
  
 
 
   
Müzik / Besteciler
Ludwig Van Beethoven

 

Ludwig Van Beethoven, Almanya’nın Bonn şehrinde, 16 Aralık 1770 günü doğmuş olmalı.

Müzisyenin çocukluğu hakkında çok az şey biliyoruz. Söylenenlere göre ürkek, içe dönük, aksi ve kaba bir çocuktur. Saatlerce oturup, Bonn’un çatılarını ve Ren nehrinin ötesindeki tarlaları seyreder. Müzik yeteneğini kısa sürede ortaya koyunca da babası onu müzisyen olarak yetiştirmeye başlar.

Beethoven ilk kez 26 Mart 1778’de, sekiz yaşında halk karşısında  “Harika Çocuk” olarak piyano çalacaktır. Babası ilgiyi artırmak için basit bir hileye başvurup oğlunu iki yaş daha küçükmüş gibi gösterir. Aslında Beethoven’in kısa boyu, zayıf bedeni de babasının yalanını desteklemektedir. Konserin başarılı geçmesi sonucu babası bundan böyle oğlunun müzik eğitimini üstlenemiyeceğini anlar ve Beethoven piyano, keman ve org dersleri almaya başlar.

1779’da Bonn’a saygın bir müzisyen gelir: Christian Gottiob Neefe.

Neefe, National Theater’in müzik yönetmenliğine getirilmiş ve kısa sürede çevresine bir özel öğrenciler grubu toplamıştır. Böylece küçük Beethoven da beste, piyano ve org öğrenimi için Neefe’nin öğrencisi olur. Bu, onun yaşamında gerçek bir dönüm noktasıdır. O dönemde Beethoven’ın  Neefe’den öğrendiği en önemli şey: 

“Müziğin Tanrı’ya, yani güzelliğe, erdeme ve gerçeğe tapınmak gibi yüce bir amacı vardır.” ilkesidir.

Küçük Beethoven’ın   yıldızı 1782’de parlamaya başlar. O yıl muhteşem bir yıldır ve “Beethoven’ın müziği” doğmuştur. Neefe’nin destekleriyle 1782’de henüz 12 yaşındayken Ludwig ilk bestesini hazırlar. Neefe buna “Dressler’in bir marşı üzerine do minör dokuz çeşitleme” adını verir. O andan itibaren Ludwig’in hayatında bazı yenilikler başlar. 13 yaşında  ilk üç sonatını besteler. 14 yaşında Hofkapelle’de orgculuk görevini üstlenir. Bu onun dehasından sözedilmeye başlandığı dönemdir.

1985’de delikanlının beste çalışmalarında niteliksel bir sıçrama görülür. Mozart’tan hayli etkilenir.O yıl, bir do minör senfoninin çalışma kağıtlarıyla birlikte, tamamlanmış eserler de ortaya çıkar.

Bir süre sonra Neefe genç müzisyene öğretecek fazla bir şeyi kalmadığını farkeder ve Beethoven’ı, Mozart’la çalışması için 1787’de Viyana’ya gönderir. O sırada Mozart bir taraftan çok ağır ekonomik  sorunlarla uğraşırken diğer taraftan da  “Figaro’nun Düğünü”, “Don Ciovanni”  bestelerini hazırlamaktadır. Özel ders verecek durumda olmamasına rağmen yine de  Beethoven’ı dinler.

Genç Beethoven tam o sıralar annesinin ağır hastalığı nedeniyle Bonn’a dönmek zorunda kalır. Çok acı çekerek ölen annesinin ardından korkunç derecede alkolik olan babasının da işini kaybetmesi sonucu artık Beethoven ailenin geçimini de üstlenir. O sırada tanıştığı  Kontes Helene, Beethoven’ı Bonn’un seçkin entellektüellerinin merkezi olan yerlerde soylu ve kültürlü bir çevreyle tanıştırır.

Beethoven sonunda, Bonn’dan Viyana’ya taşınıp, Joseph Haydn’ın evine kapanmaya ve çok ciddi bir çalışma içine gömülmeye karar verir. Fakat  “harika genç piyanist ve doğaçlama ustası”  olarak ün yaptığı için çok ünlü soylulardan pek çok davet almaya başlar. Genç müzisyen artık iki farklı hayatı bir arada yaşamaya başlar. Bir yandan Haydn’ın evine kapanmış çalışırken diğer yandan da eğlence hayatının o sarhoş edici tadına varır. Artık Beethoven’ın piyano doğaçlamaları Viyana’da yankı uyandıran olaylar haline gelmiştir. Öyle ki diğer doğaçlama yapan Viyana’lı piyanistler onun bestelerini kopya etmek için yarışır hale gelirler.

Bethoven’ın 1794’den sonra ardarda besteler yapmaya başlar; fakat bu besteler henüz “yenilik” sayılacak özellikleri taşımamaktadır.Yine de, o sıralarda yazmış olduğu eserlerin hepsinde, eski biçimleri parçalamak üzere olan bir gerilim vardır.

Haydn’dan pek çok şey öğrenen ve ayrıldıktan sonra bile hayranlığı süren Beethoven  “Piyano için üç sonat” ını ona adar. Beethoven’in piyano yazısında yöntem geleneksel, fakat ses yepyenidir. Üç sonatı 1796’da basılır ancak bestelenmeleriyle basılmaları arasındaki kısacık süre, halkın yeni besteciyi ne kadar büyük bir ilgiyle karşıladığını göstermektedir.

1794-95 yılları arasında, ilk konçertosu olmasına rağmen, bestecinin ikinci olarak numaralandırdığı piyano konçertosu, onu Mozart’ın konçertolarıyla kıyaslayan Viyana halkını hayran ve şaşkın bırakır. Eser Beethoven’a birkaç kişinin kıskançlığını ve kinini, bazı önemli kişilerin de hayranlığını kazandırmıştır.

1795’den itibaren bestecide duyma güçlüğü başlar. Pek çok doktora başvurur, ancak hiç bir arkadaşına durumunu anlatmaz. Hastalığın nedeni kesin olarak anlaşılamamakla birlikte değişik nedenler öne sürülür. Sağırlığının ilk belirtileri 28 yaşındayken kendini göstermeye başlamıştır. Sağırlık başladığından beri Beethoven artık huysuz, çabuk hırçınlaşan ve neşesiz biridir. Çevresindekiler bunun  nedenini anlayamazken rahat çalışmak için yalnızlığa ihtiyacı olduğunu düşünürler. Aslında O  çaldıklarını çok iyi duyamamaktadır artık. Klavyeye dokunuşundaki vahşilik, belki de umutsuz bir tepkidir.

Beethoven’in sertliği ve hırçınlığı, klavyede hafifçe dokunamıyor olması ya da “tatlı bir biçimde” çalmayı becerememesi anlamına gelmez. Psikolojik bir kısıtlanma ya da beğeni eksikliği de değildir. Bir keresinde çalış tarzı son derece “zarif” olan Alman piyanist Johann Franz ile  girdiği bir yarışmada, Beethoven bu piyanistin üslubunu mükemmel bir biçimde taklit etmiştir. Beethoven’in çalış tarzı, şiirsel bir kimliği olduğunu göstermektedir. Otuzuna yaklaşırken, bundan sonraki amacı beste yapmayı sürdürmek, çalışmalara gömülmektir.  

1799’da “1. Senfoni” doğar. 1800’de yazdığı bir mektubunda editörüne, “Op. 20 Settimino” nun doğumunu haber verir. Settimino, onun en eğlenceli eserlerinden biridir.

Beethoven için çalışmak, yoğun bir ruhsal çaba gerektirmektedir. Hiç olmadığı kadar yalnızlığa ihtiyacı vardır. O yıllarda, Viyana’nın neşeli banliyölerinden birinde bir ev alır. Beethoven 30 yaşındadır ve artık ‘üstad’ olarak kabul edilmektedir.Ama geçimini sağlamak için öğrenciye de ihtiyacı vardır. Çünkü ekonomik durumu hiç de iyi değildir. Prens Lichnovvsky, Beethoven’a bir yıllık bağlayarak bir parça nefes almasını sağlar.

Bu arada sağırlığı iyice ilerlemiştir; baş ve kulak ağrılarıyla, çınlama ve uğultularla iyice ağırlaşır. Kısa zamanda çok tiz tonları algılamamaya başlar. Kulak tırmalayıcı, çatırtılı sesler dayanılmaz acılar vermektedir. Beethoven sağırlığından yalnızca, 31 yaşındayken arkadaşı Wegeler’e yazdığı bir mektubunda ve kardeşlerine yazdığı ünlü “Heiligenstadt Vasiyetnamesi” nde söz eder.

Bir süre sonra kendini toplayarak 1802 Sonbaharında “ 2 numaralı Op. 36 Senfoni ”yi besteler. 1804 İlkbaharında bestelediği Op. 56 Piyano, keman, viyolonsel ve orkestra için konçertoya “Üçlü Konçerto” adını verir.

Beethoven’ın Napolyon için yazdığı 3. Senfoni “Eroica” 1805’te  ilk kez halka açık ve eksiksiz yorumlanır. Özel konserlerde defalarca çalınan ve görülmedik bir etki yaratan 3. Senfoni’nin halka açık yorumunda da eserin etkisi inanılmazdır. 1805’de, 35 yaşında, orkestra enstrümanları arasında üflemelileri duyamaz olmuştur. 1809’da Viyana’nın Fransızlar tarafından bombalanması sırasında, bir mahzene sığınıp kulaklarına yastıklarla kapatmıştır.

Beethoven’in hayatının son 25 yılında bestelediği müzik, ilk 30 yılında bestelediklerine karşı bir yıkım hareketi gibidir. “Birinci dönem” i diyebileceğimiz dönemde Mozart ve Haydn’ın etkileri göze çarparken, piyano ve orkestra için ilk konçertolarıyla belirginleşir. Daha sonraları, 1800 yılı civarında “ikinci dönem”  gelişir. Bu tarzda, 4., 5.,  6., 7. ve 8. senfonileri, ilk ve son operası olan  “Fidelio” da olduğu gibi, piyano ikinci sıraya gerilemiş gibidir. “Üçüncü dönem” de piyanonun varlığı görkemli bir şekilde ön plana çıkarılır; “Missa Solemnis” ve “9. Senfoni” gibi büyük vokal ve enstrümental anıtlar doğar.

Aslında bu tür kaba sınıflandırmalar, kuşkusuz, sanatçının fiziksel ve ruhsal durumuna bağlı farklılıkları göstermektedir. İlk dönem, sanatçının halk tarafından tanınmak için kullandığı dildir. İkinci dönemde sanatçı, dilini inceltip geliştirmeye çalışır. Üçüncü dönem, artık halkla ilgilenmeyen, yalnızca kendisi için beste yapan sanatçının dilidir.

“Fidelio” yu bir kaç kez gözden geçirdikten kısa bir süre sonra Beethoven “5. Senfoni” yi besteler. Sonra kendini hemen “keman konçertosu”na verir. 1808 baharında 5. Senfoni, yazın da “6. Senfoni” gün ışığına çıkar.

Kısa boylu Beethoven’ın, elleri arkasında, bakışları yukarıda yürüme alışkanlığı vardır. (yukarılara bakan gözler aynı zamanda sağırlara özgü bir tavırdır.) Viyana sokaklarında şapkası geriye itilmiş, paltosunun eteklerini uçurarak, cepleri tıkıştırdığı kitaplarla şişmiş bir halde, güçlü, büyük adımlarla yürür. Gezerken, kükremeye benzer bir sesle avazı çıktığı kadar bağırarak şarkı söyler. Yanında hep bir not defteri taşır. (Bu tür gezintileri sırasında, son yıllarında pek çok beste yapmıştır.) Beethoven’ı 1822’de Viyana’da ziyaret eden, Alman müzik yazarı Johann Friedrich Rochiitz, bestecinin sabahın onundan akşamın altısına kadar sokakta, bir aşağı bir yukarı gezindiğini bildirir. Av tüfeği gibi omuzuna attığı bastonun ucuna takılı ceketiyle, imparator ve imparatoriçeyi, maiyetleriyle birlikte bir kenara çekilip ona yol vermeye zorlar.

Onunla karşılaşmak; acayip hareketleri, saldırgan, kırıcı ve insanı zor durumda bırakan konuşması karşısında sıkıntıya düşmek anlamına gelmektedir. Çocuklar sık sık yolunu kesip alay ederler. Söylentilere göre; görünüşündeki bu düzensizlik, bir ölçüde, evindeki düzensizliği de yansıtır. Oysa gerçek biraz farklıdır. Beethoven temizliğine aşırı düşkün bir insandır. Sürekli yıkandığı ve hatta  “Missa Solemnis” i bestelediği sırada bir paravanın arkasındaki teknede su şırıltıları arasında yıkanırken Credo’yu yırtınırcasına söylediği, bu arada sesinin her yükselişinde, enerjik hareketleriyle döşemenin üstünde küçük gölcükler yarattığı ama buna da  hiç aldırmadığı Schindler tarafından belirtilmiştir.

Sessizlik ve zafer arasında, 1813 Beethoven için yaratıcılık bakımından verimsiz bir yıl olur. O yıllarda bestelediği son gerçek şaheseri, 1811 ‘de yazılan ve “Arşidük Üçlüsü”  olarak da bilinen “Si bemol majör trio” dur. Beethoven’in yakında tanıdığı, metronomun mucidi Johann Nepomuk Maelzel besteciyi, bir savaş sahnesini yüceltici bir eser yazmaya ikna etmiş. Böylece “Wellington Zaferi” ya da “Victoria Savaşı” doğmuştur. Eser muhteşem bir başarı kazanır. Beethoven’ın yeryüzünde kazandığı en büyük zaferdir bu. Yüksek sanatsal bir seviyesi olmayan ısmarlama bir eserin, sanatçıya en büyük ünü getirmesi kaderin bir cilvesi olmalı.  

1814 yılında  “Op. 90 mi minör Piyano Sonat” ını tamamlar. Ve böylece, “ikinci dönem” sona erer.  Kasım ortalarında, sanatsal değeri bakımından “Wellington Zaferi” ile kıyaslanabilecek bir eserini daha tamamlar.  Eski monarşilerin restorasyonunu öven bir metne müzik yazar ve böylece, solo, orkestra ve piyano için “Zafer Anı” başlıklı “Op. 136 Kantat” doğar. Küçük bir eserdir ancak Beethoven’a en ünlü olduğu dönemi yaşatmıştır. Eser 29 Kasım 1814’ de imparatorluk Sarayı’ nda yorumlanır. Bu gerçek bir zafer anıdır ve besteci bitip tükenmez iltifatlar alır. Açıkçası bu iltifatlardan fazlasıyla da etkilenmiştir.

Beethoven’ın en büyük başarısını “9. Senfoni”, “Op. 131 Kuartet”  ya da “Op. 111 Sonat”la değil   de, iki vasat eseri sayesinde elde etmiş olması bir rezalettir. Bu başarının karşılığını, sağlığının şiddetli biçimde  bozulmasıyla öder. Sağırlıgı büyük bir hızla  ilerlemektedir. 1814’de bir konserde, kendi eseri “Arşidük Üçlüsü” nün piyano kısımlarını çalarak, halk karşısına  son kez çıkar. Herkes, çalınanları duymadığını farkeder. Kendi kısmını düşünerek çalmıştır, işiterek değil! Bu acılı akşamın sonunda, bir zamanlar başkentteki kariyerinin ilk basamağı olan piyanistliğini bitirmeye karar verir. Hayatının bir bölümü daha kesin olarak kapanmıştır böylece...

1816 yılında, “üçüncü dönem”, “Op. 101 la majör piyano sonatı” ile başlar. Aynı yıl, Beethoven’a kendini duyurmak isteyen kişilerin bağırmaları gerekirken bir yıl sonra bağırmak da işe yaramamaya başlar.

O yıl tam sessizliğin başlangıcı olur. Bundan sonra Beethoven konuşma defterleri kullanmaya başlar ve ölümüne dek çevresindekilerle iletişim kurmayı yalnızca bu yolla sürdürür.

1820 yılında bir gece, Beethoven düşüncelerine gömülmüş bir halde, Viyana’da yolunu kaybeder ve bütün gece dolaşır. Sonunda serseri sanılıp tutuklanarak hapse atılır. Adı, soruşturmasını yapan polis memuru üzerinde hiç bir etki yapmaz:

-“Ben Beethoven’ım”.

-“Ne yapalım yani? Siz bir serserisiniz”

1820’de Beethoven, o günlerde bile çağın büyük piyanistlerinden biri olarak görülen Cari Czerny’yi öğrenci olarak kabul eder. Sonbahar’da “Op. 109 mi majör piyano sonatı” nı bestemiştir. Acıları giderek artarken,  gürültülü yerlerde kulaklarını pamukla tıkamak zorunda kalır. “Op. 110 la bemol majör piyano sonatı” nı bestelediği 1821 yılında, Beethoven kardeşi ve yeğeniyle yaptığı kavgalardan sonra akut sarılığa yakalanır. Sarılık, sonraları ölümüne neden olan karaciğer sirozuna dönüşür. 1822’de, “Op. 111 do minör  piyano sonatı” nı besteler ve Sonbaharda 9. Senfoni’yi yazmaya başlar.

1823 yılında sağırlığına, gözlerindeki ağrılı bir enfeksiyon da eklenir. Karanlık odalarda oturmak, gözlerini bandajla kapatarak uyumak zorundadır. Fakat en büyük sefaletten en yüce eserler doğmuştur: “Re majör Op. 123, Missa Solemnis” ve Beethoven’ın piyano eserlerinin doruğu, “Op. 120, Diabelli’nin bir valsi üzerine 33 çeşitleme”.  Bu arada 9. Senfoni’nin çalışmaları sessizlik içinde sürmektedir.

Üstadın rahatsızlıkları artar ve kusmaya başlar. Bunca yıkımdan, 1825 Temmuz’unda “ Op. 132 Kuartet ”, “iyileşmiş bir hastanın teşekkürleriyle” doğar. Ağustos’da “ Op. 133, Büyük Füg ” , Kasım’da da  “ Op. 130 Kuartet ” gelir.

1 Aralık 1826’da, arabayla Viyana’ya hareket eder.Geceyi bir handa geçirir ama burada soğuk alır. Eve döndüğünde yatağa düşer. 5 Aralık’ta  çağırılan doktor, hastanın durumunun umutsuz olduğunu söyler. Kısa bir süre iyileşir gibi olduysa da, 24 Mart 1827’de komaya girer. 25 Mart’ı 26’ya bağlayan gece Viyana’da büyük bir fırtına kopar ve evin çok yakınlarına bir yere  yıldırım düşer.  Bu anda Beethoven bir yumruğunu göğe doğru kaldırır. Bu onun son hareketidir. Ölüm 29 Mart’ın ilk saatlerinde gelmiştir. Tabutuna eşlik edenler 20.000’den fazladır. O gün Viyana’daki okullar kapatılır. Meşale taşıyanlar arasında Franz Schubert de vardır.

Yoldan geçen ve olaydan habersiz bir meraklıya yaşlı bir kadın: 

“Müzik üstadlarının generali ölmüş olmalı” der.